8 Haziran 2010 Salı

Gülen’in Türkiye tasarımına aykırı


Gülen Cemaati’nin Türkiye için kendince bir tasarımı var. Bu tasarımı kabaca söylersek; mevcut laikliğin önemli oranda budanmış hali. Onlar genelde ‘İslam ile barışık bir laiklik’ derler ama budanmış hali...

Ne kadar geçmişi unutulmuş olsa da AKP içinde Başbakan’ın temsil ettiği bir grup hâlâ Milli Görüş arka planına dayanarak konuşabiliyor, tavır alabiliyor. Bu da Gülen Cemaati’ni ürkütüyor, korkutuyor...


Dünkü konuşmamızda, ”İsrail’e askeri bir eğitim almadan kafa tutmak kaba bir romantizmdir. Elinizdeki sopayla askercilik oynayamazsınız. O gemidekiler onu yaptılar” dediniz...

Evet. Bu anlamda İsrail’in yaptığı cinayettir. Ama hükümetin yaptığı da gaflettir. Niye? Hükümet, bu noktaya gelineceğini çok hesaplamasa da biliyordu. Çok net olmayan bilgilerime göre, MGK toplantılarında askerler bu türden bir tehlikeye işaret etmişler ama hükümetteki bakanların bir kısmı, “Yok böyle tehlike” diyebilmişler.


Peki, AKP milletvekillerini neden gemiye bindirmekten vazgeçti sizce?

Çünkü artık ok yaydan çıkmıştı. Gaflet orada başlıyor zaten. Hükümetin gemidekileri himayesiz göndermesi önemli bir tedbirsizliktir.


Milletvekilleri geri çekilmeseydi sonuç böyle olmaz mıydı?

En azından koruma olurdu. İsrail ile gemi arasında, elçi gelir gider, bir orta yol bulunurdu. Ama en önemlisi, benim okuyabildiğim kadarıyla AKP sonucu ne olursa olsun bu olayı, referandum ve bir sene sonraki seçime yönelik olarak kullanmayı ve toplumu bu şekilde seferber etmeyi düşündü. Yani bu diri gücün sokağa dökülmesi aynı zamanda AKP’nin ilk defa sokağa dökülen dinamizmini ortaya çıkarması açısından önemlidir.

Ama sokağa dökülen insanların çoğu Saadet Partili’ydi?

Öyle de son anketler sokağa çıkanların SP’den AKP’ye kaydığını gösteriyor. Yapılan iç hesaplarda SP’nin yükselen tabanı görülmüş ve bu tabanı AKP’ye çekmek için de bu olaya göz yumulmuş olabilir.


AKP, FİLİSTİN’İ KULLANDI

İyi ama Çağlayan Mitingi’ni de Saadet Partisi düzenledi...


Bu ayrı bir konu. Burada çok ilginç bir gelişme var, Başbakan’ın bu olayda aldığı tavırdan sonra Saadet’in tabanı da AKP’ye destek anlamında yön değiştirdi.

Yani toparlayacak olursak...

Bir; AK Parti’nin Saadet Partisi ile görülecek hesabı var. Bu hesabı bu şekilde görmüş oluyor. İki; bunu referandumda kamuoyunun yüksek oranlı desteğini almaya dönüştürüyor. Üçüncüsü de; bunu ilerideki seçimlerde de kullanacak. Ama bence iç hesap daha önemli burada.

Peki ya Ortadoğu’da ağabeylik, Filistin halkına yardım?

Bu her zaman var. İşte, Yeni Osmanlı ve ılımlı İslam ülkesi söylemleri! Tabii ki bunlar daha çok Amerika’nın projesi. Arap ülkelerine mesaj veriliyor bu şekilde. Çünkü ancak birisini kahraman yaparsanız Araplar’ın gözünde, o modeli benimsetebilirsiniz. Yani Türkiye’deki “ılımlı İslam” modelini ancak böyle benimsetebilirsiniz. Yoksa sessiz sedasız, ruhsuz bir modeli ne yapacaksınız, ki bence bu son olayın içinde böyle bir hesap da var. En azından Amerika ve Batı açısından. Ama kısa vadeli iç hesaplar çok daha önemli. Çünkü AKP’ye oy veren taban, dinamik, hiç bu kadar kitlesel biçimde sokağa inmemişti. Bu ne anlama geliyor? İleride Türkiye’de iç hesaplaşmalarda halk kimin yanında olacak? Diyelim ki askerlerle hesaplaşmalarda? İşte o zaman bu sokağa dökülen güç AKP için önemli bir silah olacaktır.

İyi ama ben miting alanlarına gittim, insanlarla konuştum. Çoğunluk Saadet Partili’ydi ve Erdoğan’a da çok tavırlıydılar. “Yeteri kadar sert tepki vermiyor” diye.

Ama sonra sert tepki verildi Konya’da ve Meclis’teki konuşmada. Konya öncesi AKP’den Saadet’e fikirsel bir kayma, düşünsel bir sempati vardı... Belki de AKP, Saadet’teki yükselişi gördü, ki görmüştür, bunu tersine döndürmeyi başardı. Bakın, bu olayın üç boyutu var; şimdi Kılıçdaroğlu’nun çıkışı gibi yeni bir olgu var. Saadet yükselişte. İslamcı yazarlar uzunca süredir, “AKP’nin artık burjuvalaştığını, zenginleştiğini, fakir fukaradan, merdiven altındaki türbanlıdan koptuğunu” yazıyorlar. Bunların başında da Ali Bulaç var. Keza Abdurrahman Dilipak... Bire bir böyle söylememiş olabilir ama bir yazısında mealen şunu kastetti. ”Bu Ergenekon’dan hesap sorma değildir. Bir derin devlet yıkılıyor. Bizimkiler kendi derin devletini kurmak istiyorlar. Bir burjuvazi yıkılıyor, burada TÜSİAD kastediliyor, bizimkiler kendi sermaye grubunu yaratmaya çalışıyorlar!“ Bir serzeniş, şikayet ve eleştiri var. Bunların hepsini içine al; Kılıçdaroğlu geliyor, Saadet’in kendine göre bir rüzgarı var. Çok daha önemlisi; şu anda bence ABD, AB hâlâ AKP’yi güçlü biçimde destekliyor ama burada kritik nokta, ”Acaba yavaş yavaş bölgedeki faaliyetleri, özellikle Ermeni politikaları nedeniyle bizden uzaklaşıyor mu? Eksen kayması mı oluyor? Acaba AKP’ye bu kadar destek vermekle, bu sivil vesayet, dikta meselelerinden ötürü, biz haksızlık mı yaptık? Acaba AKP’yi biraz geriletsek mi ya da ayağını kaydırsak mı?“ tartışmalarının olduğu bir yerde şöyle bir mesaj da verilmiş olabilir: ”Bakın kitle benim arkamda. Hâlâ ben en kuvvetliyim!

Peki sizce Fethullah Gülen’in açıklamaları ne anlama
geliyor?


Amerika’da yaşayan, Amerikalı düşünce gruplarıyla işbirliği halinde çalışan birisinin Amerikan çıkarları çerçevesinde düşünmesi eşyanın tabiatına aykırı değildir. Gülen’in Amerikalılarla bizzat Ortadoğu üzerine fikir alışverişleri, projeler yaptığı bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bu ortak projelerde eğer birbirlerine uyum göstermiyorlarsa zaten ilişkiyi bu kadar sıcak devam ettirmezler. Demek ki ortak paydaları fazla. Şimdi işin bir yanı bu. İkinci yanı; Gülen Cemaati’nin Türkiye için kendince bir tasarımı var. Bu tasarımı kabataslak söylersek; mevcut laikliğin önemli oranda budanmış hali. Onlar genelde ’İslam ile barışık, din ile barışık bir laiklik’ derler ama budanmış hali...

Şeriat mı getirmek istiyorlar?

Ben buna birebir ’şeriatçılık’ demiyorum, başvuru kaynağını, önemli motiflerini, güdülerini dinden alan bir devlet ve yönetim anlayışı Gülen Cemaati’nin istediği. Bunu da işte Abant Toplantıları’nda “Hoşgörü, dinlerarası diyalog, huzurlu, çatışmasız bir Türkiye” gibi dünyaya model olabilecek söylemlerle anlatıyorlar. Gülen’in anlayışı, perspektifi ve dünya algılamasına dair çok sayıda konferans düzenleniyor, bunları izliyorum. Bu konferanslarda, “Gülen’in bu barışçıl, hoşgörülü anlayışı dünyaya hakim olsaydı bütün meseleler çözülürdü” türünde bir anlayış pazarlanıyor. Çünkü günümüzde bir fikri söylemeniz yetmiyor, bir de bunun pazarlaması, kamuoyuna mal edilmesi gerekiyor. Bunun için çok ciddi çabalar var. Şimdi böyle bir şey tasarlarken Gülen, aslında bütün Türkiye’deki gelişmeler, tam da kıvamına getirilmişken, sokağa da böyle bir anlayış egemenken, yani toplum tabandan kuşatılarak, ki buna “Anonim İslam” da deniliyor, devletin her kademesi, tepesine kadar kuşatılmış ya da her tarafında örgütlenen bu anlayış hakimken işler tersine döndü.

7 KİŞİDEN BİRİ CEMAAT’TEN

Bu önemli, çünkü Ömer Lütfü Mete ölmeden önce bana demişti ki, “Bugün hükümetin, devletin bürokrasisindeki her 7 kişiden birisi cemaat sempatizanı ya da mensubudur.” Bunların hepsine bir arada baktığınızda; Cemaat kendine göre bir rota çizmiş, bir tasarımı var, o tasarıma göre de neredeyse de artık yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş. Ama ne oluyor? Milli Görüş arka planlı İHH ve benzeri örgütler çıkıyor, hükümeti de peşinden sürüklüyor ve birden sokağa hakim oluyor, Türkiye kamuoyunun, dünya kamuoyunun gündemini değiştiriyor. Demek ki, bu sefer o modele olumsuz yansımaları olacak bunun. Yani Gülen Cemaati’nin tasarımını olumsuz etkileyecek. İki; Gülen Cemaati’nin kurgusunda hep Amerika var, dünya politikasının dümeninde olan Amerika. Türkiye artı İsrail, bu bölgede ne yapıyorsa işbirliği ile yapıyor diye kendine göre bir politikası var. Ve o politik oyun da şimdi bu gelişmelerle bozulmuş oluyor. Bir artı daha; işte Türkiye’deki iç gelişmelerin hepsini ard arda toplarsanız, Ergenekon’da gerçek suçlular var bu ayrı bir konu, ama aynı zamanda Ergenekon bir korkutma, bir suçlama aracına dönüştü... Demek ki bir tasarı, yani bir kurgu, şimdiye kadar oluşturulagelen bir paradigma sürpriz bir şekilde bozulmuş oluyor. Ve Gülen Cemaati’nin ayrıca Milli Görüşçü’lerle yıldızlarının hiç barışmadığı da biliniyor.

Kısacası AK Parti Filistin direnişini kullandı mı?

Kuşkusuz bunun içinde Filistin ile dayanışma, vicdan ve insanlık denen şeyler de var ama kullandı.


Ak Parti’nin Saadet’le görülecek hesabı var

 Gülen Cemaati’nin yıldızı AKP ile barışıyor mu?


Barışmadığı biliniyor... 28 Şubat’ta Gülen, Erbakan’ı eleştiren şeyler söyledi bunu biliyorsunuz. Sonra, buna ilişkin özeleştirimsi bir şey yaptı ama bu çok da fazla yankı bulmadı. Ayrıca Gülen, Milli Görüş’ün siyasete bakışını tehlikeli buluyor. Çünkü ona göre Milli Görüş, tepeden iktidarı alacak ve tabanı öyle yapılandıracak, kendisine göre kurgulayacak... Yani Milli Görüş’ün toplum mühendisliği tepeden! Genelde Kemalizme yönelik eleştiriler de hep öyle olur ya, tepeden inme devrimlerle cumhuriyeti getirdiler diye, onlar da aynı şekilde muhafazakârlığı getirmek istiyorlar. Dolayısıyla bu projenin içinde halk yoktur. Gülen Cemaati’ne göre de Milli Görüşçüler tepeden bir toplum mühendisliği tasarımına sahipler. Halbuki Gülen Cemaati, tabandan tepeye doğru bir toplum mühendisliği tasarlıyor. İşte, orada siyasete, iktidara bakışları ve topluma egemen olma anlayışlarında bir farklılık var. Diğer yönü, cemaatler arası rekabet. Yani hiçbir cemaat diğer bir cemaatin kendi önüne geçmesini istemez.

Buradan son duruma gelirsek... Tasarım bozulmasına, dikkat ederseniz Filistin meselesi nedeniyle Türkiye tarihinde hiç bu kadar kitlesel, dar anlamda siyasal İslam’ı simgeleyen halk sokağa dökülmemişti. Bu, Gülen Cemaati’ne göre Türkiye’de sinmiş, geri plana itilmiş olan laik-dindar çatışmasını uyandırabilir ve yeniden laiklik-İslam çatışması ön plana çıkabilir, ki bu Gülen’in tasarımına aykırı. Şimdi burada her ne kadar geçmişi unutulmuş olsa da AKP’nin içinde o Başbakan’ın temsil ettiği bir taraf ya da grup hâlâ Milli Görüş arka planına dayanarak konuşabiliyor, tavır alabiliyor.

Yani Erdoğan Milli Görüş gömleğini çıkarmadı mı?

İşte dediğim gibi... Bu da, Gülen Cemaati’ni korkutuyor, ürkütüyor tabii. Mesela ben geçmişte yine İslami kesimden önemli bir şahıs ile konuşmamda şöyle bir yorum işitmiştim, Gülen Cemaati ile Başbakan’ın temsil ettiği grup, zihniyet arasında ciddi bir kapışma olmuştu. Onu tümden destekleyenler, üç-dört sene önce desteklerini çekecekken ne olduysa son anda vazgeçtiler. Bu da şunu gösteriyor; aralarında müşterek zeminler var ama ayrılık noktaları da var. Dolayısıyla ayrılık noktaları bugün biraz daha su yüzüne çıkmış bulunuyor.

Bunu da Fethullah Gülen’in “İsrail devletinden izin alınmalıydı” eleştirisinden anlıyoruz. Öyle mi?

Evet. AKP içinde Gülen Cemaati’ne daha yakın düşünen Anglosaksoncu bir ekip var.

Abdullah Gül onların içinde mi?

Ben özel bir isimden bahsetmiyorum... Fakat o isimler arasında Erdoğan’ın olmadığı kesin. Şöyle diyeyim; bu Anglosaksoncuların bir ucu da Suudi Arabistan’a dayanır. O ekseni, yani Londra, Suudi Arabistan, Washington eksenini temel alırsak, o eksende Anglosakson zihniyetin olduğunu biliyorum. Ben olayları, açıklamaları böyle yorumluyorum ve burada sadece soru soruyorum şu anda: “Acaba bu açıklamayı yapan Gülen Amerika’daki bazı odaklardan önemli sinyaller mi aldı? Koku mu aldı? Başbakan’ın suyu ısındı mı?” Bilemiyorum ama bunu da bir ihtimal olarak düşünebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

zayıflama sohbet - zayıflama lida fx15 ve biber hapı zlfvbh zayıflama lida fx15 ve biber hapı zlfvbh fatmagülün suçu ne - dizi izle dizi izle mp3 dinle mp3 indir film izle yabancı dizi kral oyun Sohbet Siteleri Sohbet mynet sohbet I escort really bayan escort do not understand vip escort the business istanbul escort I know, but ankara escort really I do not izmir escort know Can.